5 Mart 2014 Çarşamba

Bediüzzaman Gibi Bir İslam Güneşi Üflemekle Sönmez

Risale-i Nur’un fevkalâde kıymetini kırmak ve fütuhatına sed çekmek için gizli din düşmanları tarafından Üstad Hazretlerinin şahsını çürütmek fikriyle hiç kimsenin inanmayacağı, şeytanların bile hatır ve hayaline gelmeyeceği iftiralar atılmış, Üstad Hazretlerini nazar-ı âmmeden düşürmek için her yola baş vurulmuştur. Bakınız bu husus Risale-i Nur’larda şöyle ifade edilmiştir;



BEDİÜZZAMAN GİBİ BİR İSLAM GÜNEŞİ ÜFLEMEKLE SÖNMEZ



Risale-i Nur’un fevkalâde kıymetini kırmak
ve fütuhatına sed çekmek için gizli din düşmanları tarafından Üstad Hazretlerinin şahsını çürütmek fikriyle hiç kimsenin inanmayacağı, şeytanların bile hatır ve hayaline gelmeyeceği iftiralar atılmış, Üstad Hazretlerini nazar-ı âmmeden düşürmek için her yola baş vurulmuştur. Bakınız bu husus Risale-i Nur’larda şöyle ifade edilmiştir;


 


Gizli bir komitenin desisesiyle safdil bazı hocalar veyahut bid’a tarafdarları bazı muarızlar, Risale-i Nur’un hiç zedelenmez bazı hakikatlarına karşı gelmek için, benim çok kusurlu ve -itiraf ediyorum- çok hatalı şahsımın noksanlarını ve hatalarını işaa etmek ve beni onlar ile çürütmekle Risale-i Nur’a ilişmek ve darbe vurmak istediklerinin bu yirmi senedir yirmi ehemmiyetli hâdisesi var.  Emirdağ Lahikası I 48 p2


  


Şahsımı çürütmek fikriyle, bir kısım resmî memurlar, hiç kimsenin inanmayacağı isnadlarda bulundular. Pek acib iftiraları işaaya çalıştılar. Lem’alar  258 p2


  


Bütün hücumları, şahsımı çürütmek ve Nur’un fütuhatına bulantı vermektir. Şualar 495 p1


  


Benim ve Nurların gizli düşmanlarımız, benim istemediğim halde hakkımdaki teveccüh-ü âmmeyi kırmak ile Nur’un fütuhatına sed çekilir diye, bazı safdil resmî memurları kandırıp, şahsımı millet nazarında çürütmek fikriyle, ihanetkârane böyle muameleye sevketmişler.  Lem’alar  261 p3


 İşte geçmişte böyle olduğu gibi günümüzde de aynı şekilde mesnedsiz iddialarla Üstad Hazretlerine iftiralar vuku bulmaktadır. Bu ve buna benzer durumlar karşısında en evvel yapacağımız şey Üstad Hazretlerinin şu emrine ittiba etmektir.


 Hiçbir müfsid ben müfsidim demez. Daima suret-i haktan görünür. Yahut bâtılı hak görür. Evet kimse demez ayranım ekşidir. Fakat siz mehenge vurmadan almayınız. Zira çok silik söz ticarette geziyor. Hattâ benim sözümü de, ben söylediğim için hüsn-ü zan edip tamamını kabul etmeyiniz. Belki ben de müfsidim veya bilmediğim halde ifsad ediyorum. Öyle ise her söylenen sözün kalbe girmesine yol vermeyiniz. İşte size söylediğim sözler hayalin elinde kalsın, mehenge vurunuz. Eğer altun çıktı ise kalbde saklayınız. Bakır çıktı ise çok gıybeti üstüne ve bedduayı arkasına takınız, bana reddediniz gönderiniz. Münazarat 13 p son  


  


Her şeyin bir ölçü dâhilinde kabul edilmesini isteyen Üstad Hazretleri Nur Talebeleri içinde ölçünün, hükmü kıyamete kadar geçerli olan Risale-i Nurlar olduğunu söylemiş ve kitabın esas alınmasını istemiştir. Bu husus Lahika mektuplarında şöyle ifade edilmiştir;  


Risalet-i Ahmediye ve hakikat-ı Muhammediye’nin câmi’ bir âyinesi olan Risale-i Nur ile Said Nursî, bir Said olarak çürümüş, erimiş; fakat manen bütün âlem-i İslâm olarak tevellüd etmiş, beka bulmuştur. Ve tâ kıyamete kadar Risale-i Nur bâki kalacak ve daima tekemmül edecektir. Tarihçe-i Hayat 168 p son  


Risale-i Nur, hususan mecmuaları, herbir nüshası, Said’e karşı hüsn-ü zannınızın fevkinde onun vazifesini görebilir ve görüyor; ve Nur şakirdlerinin haslardan herbir fedakârı, o Said’in vazifesini mükemmel görebilir. İnşâallah ileride tam görecekler. Bir Said içinizde noksan olmakla, yüzer manevî Said olan mecmualar ve binler maddî Said’ler, içinizde hâlis ve mükemmel o vazifeyi görebilirler ve görüyorlar. Bu hakikata binaen, benim şahsıma ve başıma gelen hâdiselere çok ehemmiyet vermeyiniz… Emirdağ Lahikası 180 p1  


Hal böyleyken Üstad Hazretlerinin hayatıyla alakalı söylenilen her sözü ve duyulan her hadiseyi  amenna deyip kabul etmeden Nurlar muvacehesinde değerlendirip öyle kabul etmek gerekir. Zira hayatı asarın şehadetiyle ortada olan bu zata karşı hürmetsizlik etmiş oluruz.  


İşte buradan itibaren sual-cevap şeklinde Üstad’ın hayatına taalluk edip günümüzde ortaya çıkan asılsız iddialara Risale-i Nur’dan cevaplar verilecektir.  


***


1. SUAL:Bediüzzaman Hazretlerinin zamanın ehl-i idare ve inkılabçılarıyla münasebetleri ne ölçüdedir. Hilaf-ı Şeriat çıkarılan kanunlara karşı Bediüzzaman Hazretlerinin tavrı nasıl olmuştur. Bu dönem de Bediüzzaman Hazretlerine çektirilen işkence ve sıkıntıların sebebi nedir?


ELCEVAP: Bediüzzaman Hazretlerinin zamanınehl-i idaresiyle münasebetlerinin nasıl olduğuyla ilgili Risale-i Nur’da geçen bazı ifadeler şöyledir;  


 Ehl-i dünya diyorlar ki: Sen bizi sever misin? Beğeniyor musun? Eğer seversen, neden bize küsüp karışmıyorsun? Eğer beğenmiyorsan bize muarızsın; biz muarızlarımızı ezeriz?


 Elcevab: Ben değil sizi, belki dünyanızı sevseydim, dünyadan çekilmezdim. Ne sizi ve ne de dünyanızı beğenmiyorum. Fakat karışmıyorum. Çünki ben başka maksaddayım; başka noktalar benim kalbimi doldurmuş, başka şeyleri düşünmeye kalbimde yer bırakmamış. Sizin vazifeniz ele bakmaktır, kalbe bakmak değil! Çünki idarenizi, asayişinizi istiyorsunuz. El karışmadığı vakit, ne hakkınız var ki, hiç lâyık olmadığınız halde “kalb de bizi sevsin” demeye… Kalbe karışsanız… Evet ben nasıl bu kış içinde baharı temenni ediyorum ve arzu ediyorum; fakat irade edemiyorum, getirmeye teşebbüs edemiyorum. Öyle de: Hâl-i âlemin salahını temenni ediyorum, dua ediyorum ve ehl-i dünyanın ıslahını arzu ediyorum; fakat irade edemiyorum, çünki elimden gelmiyor. Bilfiil teşebbüs edemiyorum; çünki ne vazifemdir, ne de iktidarım var.         Mektubat 68 p son


Ey beni bu belaya sevkedip, bu hadiseyi icad eden mülhid zâlimler!. Madem ve her halde mânen ve maddeten beni idam etmeye niyet etmiştiniz, neden umum mazlumların ve biçarelerin hukuklarını muhafaza eden adliyenin çok ehemmiyetli haysiyetini rahnedar edecek entrikalarla, dolablarla, adliyenin eliyle yürüdünüz? Doğrudan doğruya karşımda merdane çıkıp, “Senin vücudunu bu dünyada istemiyoruz” demeli idiniz. Tarihçe-i Hayat 256 p son


Bediüzzaman; yirmi senede olduğu gibi, şu üç – dört senede de o kadar emsalsiz bir işkenceye maruz kalmıştır ki, tarihte hiç bir ilim adamına bu kadar câniyane bir su-i kasd yapılmamıştır. Denizli hapsinde bir ayda çektiği sıkıntıyı, Afyonda bir günde çekmiştir! Kendisine, bütün bütün kanunsuz muameleler yapılmıştır. Hapishanede tam yirmi ay kışın, çok soğuk olan gayr-ı muntazam bir koğuş içinde yalnız bırakılarak,tecrid-i mutlak içinde imha olmasına intizar edilmiştir. Kışın en şiddetli günlerinde, hapishane pencerelerinin iki milim buz tuttuğu zamanlarda zehir verilmiş;ihtiyar, çok hasta haliyle, aylarca ızdırab çektirilmiştir. Mübarek yatağında, bir taraftan bir tarafa dönemiyecek bir hale geldiği zamanlarda bile,hizmetine, bir talebesi olsun müsaade edilmemiştir. O korkunç şerait altında, kendi kendine ölüp gitmesi beklenmiştir.Tahrihçe-i Hayat 545 p1


Beni, nefsini kurtarmayı düşünen hodgâm bir adam mı zannediyorlar? Ben, cemiyetin îmanını kurtarmak yolunda dünyamı da feda ettim, âhiretimi de. Seksen küsûr senelik bütün hayatımda dünya zevki namına bir şey bilmiyorum. Bütün ömrüm harb meydanlarında, esaret zindanlarında, yahut memleket hapishanelerinde, memleket mahkemelerinde geçti. Çekmediğim cefa, görmediğim eza kalmadı. Divan-ı harblerde, bir câni gibi muamele gördüm; bir serseri gibi memleket memleket sürgüne yollandım. Memleket zindanlarında aylarca ihtilâttan menedildim. Defalarca zehirlendim. Türlü türlü hakaretlere mâruz kaldım. Zaman oldu ki hayattan bin defa ziyade ölümü tercih ettim. Eğer dinim intihardan beni menetmeseydi, belki bugün Said topraklar altında çürümüş gitmişti.  Tarihçe-i Hayat  629 p3


Bana zulüm ve cefayı reva gören Devr-i Sabıkın yaptığı isnadların ikincisi, emniyet ve asayişi ihlâldir. Bu vehim ve hayal ile, bu düzme isnad ile yirmi sekiz sene bana ceza çektirdiler. Memleket memleket, mahkeme mahkeme süründürdüler. Zindandan zindana attılar.Kimse ile görüştürmediler. Tecrid ettiler; zehirlediler; türlü türlü hakaretlerde bulundular.Tahrihçe-i Hayat 652 p2


  


 Yukarıda zikredilen parçalardan da anlaşılacağı üzere Bediüzzaman Hazretleri Zamanın idaresiyle hiçbir zaman aynı safta bulunmamış ve yaptıkları yanlışlıkları fikren ve ilmen kabul etmemiş ve bu hilaf-ı şeriat kanunlarla da amel etmemiştir. Bediüzzaman Hazretleri Şualar adlı eserinde bu hususu şöyle ifade etmektedir;


  


Bir şeyi reddetmek ayrıdır, kalben kabul etmemek ayrıdır ve amel etmemek bütün bütün ayrıdır. Ehl-i hükûmet ele bakar, kalbe bakmaz. İdare ve asayişe ilişmeyen şiddetli muhalifler, her hükûmette bulunur. Hattâ Hazret-i Ömer’in (R.A.) taht-ı hâkimiyetindeki hristiyanlara, kanun-u şeriatı ve Kur’anı inkâr ettikleri halde ilişilmiyordu. Hürriyet-i fikir ve serbestiyet-i vicdan düsturu ile Risale-i Nur’un bir kısım şakirdleri;idareye dokunmamak şartıyla rejim ve usûlünüzü ilmen kabul etmezse ve muhalif amel etse hattâ rejimin sahibine adavet etse, onlara kanunen ilişilmez. Şualar 350 p son


  


Hükümetin görevinin ele bakmak olduğunu söyleyen Bediüzzaman Hazretleri asayişi bozacak hiçbir harekâtı olmamakla beraber maalesef emsalsiz bir işkenceye maruz kalmış vebilfiil hayatına kast edilmiştir. Bütün bu su-i kastlardan manevi yardımlarla kurtulan Bediüzzaman Hazretleri bu su-i kastleri ve bunlardan nasıl kurtulduğunu şöyle ifade etmektedir;  


  


İşte gizli düşmanlarım, bunun gibi, bu fikirlerinden istifade ederek, mutemed hizmetçilerimi dağıtmakla fırsat bulup beni zehirlediler. Ve bu gibi memurlardan kuvvet alıyorlar. Fakat hıfz u inayet-i İlahiye, bu sû’-i kasdleri de akîm bıraktı.İnşâallah daima inayet himayet edecek, bütün plânlarını akîm bıraktı, bırakacak.Emirdağ lahikası I 142 p son


Kardeşlerim! Bu vasiyetten telaş etmeyiniz. Ben, teessürattan ve dokuz defa zehirlenmekten, pek çok zaîf olmakla beraber; gizli münafıkların desiselerle müteaddid sû’-i kasdları için bu vasiyeti yazdım. Merak etmeyiniz, inayet-i Rabbaniye ve hıfz-ı İlahî devam ediyor. Emirdağ lahikası I 136 p son


Hem beni bu sekizinci defadaki zehirlendirmeleri dahi yine akîm kaldığını size beşaret veriyorum.فَاِنَّكَ مَحْرُوسٌ بِعَيْنِ الْعِنَايَةِGavs-ı A’zam’ın teminatı, yine tahakkuk eyledi.Emirdağ lahikası I 36 p3


…Ehl-i vukufun yanlış ve sathî zabıtlara binaen aleyhimizde şiddetli tenkidleri ve Maarif Vekili’nin dehşetli hücumuyla beraber aleyhimizde bir beyanname neşretmesiyle, hattâ bazı haberlerle bir kısmımızın i’damına çalışıldığı hengâmda, bir inayet-i Rabbaniye imdadımıza yetişti… Lemalar 264 p2


Bediüzaman Said-i Nursî ve talebelerinden bir kısmı hapiste dokuz ay kaldıktan sonra beraet kararı üzerinde tahliye ediliyor. Fakat Said-i Nursî Hazretlerini hapiste zehirliyorlar. Ölüm tehlikesi geçiriyor. Cenâb-ı Hakkın inayeti ile kurtuluyorsa da, tarihte hiçbir kimseye yapılmayan zulüm, işkence ve ihanetlere mağruz bırakılıyor… Tahrihçe-i Hayat 400 p2


İnayet-i Rabbaniye ve hıfz-ı İlahî ile bütün bu su-i kastlardan kurtulan Bediüzzaman Hazretleri Kendisine verilen sıkıntıların asıl sebebini şöyle ifede ediyor;


 Bana karşı ehl-i dünyanın verdikleri sıkıntı, siyaset için değil; çünki onlar da bilirler ki, siyasete karışmıyorum, siyasetten kaçıyorum. Belki bilerek veya bilmeyerek zındıka hesabına, benim dine merbutiyetimden beni tazib ediyorlar. Mektubat 74 p3


Görüldüğü gibi Bediüzzaman Hazretlerinin Hayatına en evvel kanunlar perdesi altında kasdedilmiş ve idamı istenmiştir. Bütün eserleri mahkemelerce tetkik edildikten sonra idamını mucib hiçbir sebep ve bahane bulamaıyan ehl-i dalalet bu sefer de hainane planlarla Bediüzzaman Hazretlerinin hayatına kasdedip bed muamelelerle hapishanelerde korkunç şerait altında ölmesini beklemiştir. Ve hatta beklemekle de kalınmamış defalarca zehirlenmiştir.


***


2. SUAL:Asrımızda bazı çevrelerce dinde reform adı altında kitap ve sünnete muhalif olarak dine konulmak istenen bid’aların revacı zamanında bid’adçılar tarafından Üstad’a isnad edilen “Ezmanın tagayyuriyle, ahkâm-ı diniyyede de tagayyur eder” sözü gerçekten Üstad Hazretlerine aittir midir? Ait ise bu sözü nasıl anlamamız gerekir?


ELCEVAP:Üstad Hazretlerine atfedilen bu söz Risale-i Nur’lar da geçmemekle beraber sadece Sözler sayfa 485’te şu ifade yer almaktadır:  


  


“Asırlara göre şeriatlar değişir, mizaçlara göre ilâçlar tebeddül eder… ilh” Bu ifadenin ihtiva ettiği mana için külliyatın tamamına bakılırsa hiçbir şekilde dinde reform adı altında bid’alara izin verilmemiştir. Şöyle ki;


  


… Evet nasıl ki mevsimlerin değişmesiyle elbiseler değişir, mizaçlara göre ilâçlar tebeddül eder. Öyle de, asırlara göre şeriatlar değişir, milletlerin istidadına göre ahkâm tahavvül eder. Çünki ahkâm-ı şer’iyenin teferruat kısmı, ahval-i beşeriyeye bakar. Ona göre gelir, ilâç olur. Sözler 485 p1


  


dînin yüksek hâdimleri, emr-i dinde mübtedi’ değil, müttebi’dirler. Yâni, kendilerinden ve yeniden birşey ihdâs etmezler, yeni ahkâm getirmezler. Esâsat ve ahkâm-ı dîniyeye ve sünen-i Muhammediyeye (A.S.M.) harfiyyen ittiba’ yoluyla dîni takvim ve tahkim ve dinin hakikat ve asliyetini izhar ve ona karıştırılmak istenilen ebâtılı ref’ ve ibtal ve dîne vâki tecavüzleri red ve imhâ ve evâmir-i Rabbaniyeyi ikame ve ahkâm-ı İlâhiyyenin şerafet ve ulviyetini izhar ve ilân ederler. Ancak, tavr-ı esâsîyi bozmadan ve ruh-u aslîyi rencide etmeden yeni îzah tarzlariyle zamanın fehmine uygun yeni ikna usulleriyle ve yeni tevcihat ve tafsilât ile îfa-yı vazife ederler. Sikke-i Tasdik-i Gaybi 263 p1


  


  


İfadelerine dikkat edilirse ahval-i beşeriye ye ait dinin teferruat kısmında hükümlerin tebdil edilemeyeceği ancak dînin yüksek hâdimleri yani mücedid sıfatına haiz kişiler tarafından                      kendilerinden yeni birşey ihdâs etmeyerek ruh-u aslîyi rencide etmeden yeni îzah tarzlariyle zamanın fehmine uygun yeni ikna usulleriyle ve yeni tevcihat ve tafsilât ile yapmaya çalışacakları ifade edilmiştir. Asrımızda ise dini hükümlerde böyle içtihadların yapılıp yapılamayacağı İçtihad bahsinde ifade edilmiştir. Burada birkaç nüktesini zikredip devamını İçtihad Bahsine havale ediyoruz.


 


 


İçtihad kapısı açıktır.Fakat şu zamanda oraya girmeye “altı mani” vardır.


 


Birincisi: Nasılki kışta, fırtınaların şiddetli olduğu bir vakitte, dar delikler dahi seddedilir. Yeni kapıları açmak, hiçbir cihetle kâr-ı akıl değil. Hem nasılki büyük bir selin hücumunda, tamir için duvarlarda delikler açmak gark olmağa vesiledir. Öyle de, şu münkerat zamanında ve âdat-ı ecanibin istilası anında ve bid’aların kesreti vaktinde ve dalaletin tahribatı hengamında, içtihad namıyla, kasr-ı İslâmiyetten yeni kapılar açıp, duvarlarından muharriblerin girmesine vesile olacak delikler açmak, İslâmiyet’e cinayettir.


 


İkincisi: Dinin zaruriyatı ki, içtihad onlara giremez. Çünki kat’î ve muayyendirler. Hem o zaruriyat, kut ve gıda hükmündedirler. Şu zamanda terke uğruyorlar ve tezelzüldedirler ve bütün himmet ve gayreti, onların ikamesine ve ihyasına sarfetmek lâzım gelirken, İslâmiyet’in nazariyat kısmında ve selefin içtihadat-ı safiyane ve hâlisanesiyle, bütün zamanların hacatına dar gelmeyen efkârları olduğu halde, onları bırakıp heveskârane yeni içtihadlar yapmak, bid’akârane bir hıyanettir. Sözler  480 p2


 


 


Hristiyanlık ve islamiyet dini arasındaki farkı anlamayacak kadar akıldan yoksun ve  Şeair-i İslâmiyeyi tağyir etmek için çabalayan ehl-i bid’a ya Üstad Hazretleri her zaman geçerli olacak şu cevabı vermiştir.


 


körükörüne taklidciliğe alışan buradaki hamiyet-füruşlar diyorlar ki: “Madem Hristiyan dininde böyle bir inkılab oldu; bidayette inkılabcılara mürted denildi, sonra Hristiyan olarak yine kabul edildi. Öyle ise, İslâmiyette de böyle dinî bir inkılab olabilir?”


Elcevab: Bu kıyasın, Birinci İşaret’teki kıyastan daha ziyade farkı zahirdir. Çünki Din-i İsevî’de yalnız esasat-ı diniye Hazret-i İsa Aleyhisselâm’dan alındı. Hayat-ı içtimaiyeye ve füruat-ı şer’iyeye dair ekser ahkâmlar, Havariyyun ve sair rüesa-yı ruhaniye tarafından teşkil edildi. Kısm-ı a’zamı, kütüb-ü sâbıka-i mukaddeseden alındı. Hazret-i İsa Aleyhisselâm, dünyaca hâkim ve sultan olmadığından ve kavanin-i umumiye-i içtimaiyeye merci’ olmadığından; esasat-ı diniyesi, hariçten bir libas giydirilmiş gibi, şeriat-ı Hristiyaniye namına örfî kanunlar, medenî düsturlar alınmış, başka bir suret verilmiş. Bu suret tebdil edilse, o libas değiştirilse, yine Hazret-i İsa Aleyhisselâm’ın esas dini bâki kalabilir. Hazret-i İsa Aleyhisselâm’ı inkâr ve tekzib çıkmaz. Halbuki din ve şeriat-ı İslâmiyenin sahibi olan Fahr-i Âlem Aleyhissalâtü Vesselâm iki cihanın sultanı, şark ve garb ve Endülüs ve Hind, birer taht-ı saltanatı olduğundan; Din-i İslâm’ın esasatını bizzât kendisi gösterdiği gibi, o dinin teferruatını ve sair ahkâmını, hattâ en cüz’î âdâbını dahi bizzât o getiriyor, o haber veriyor, o emir veriyor. Demek füruat-ı İslâmiye, değişmeye kabil bir libas hükmünde değil ki; onlar tebdil edilse, esas-ı din bâki kalabilsin. Belki esas-ı dine bir ceseddir, lâakal bir cilddir. Onunla imtizaç ve iltiham etmiş; kabil-i tefrik değildir. Onları tebdil etmek, doğrudan doğruya sahib-i şeriatı inkâr ve tekzib etmek çıkar.


“Zaruriyat-ı Diniye” denilen ve kabil-i tevil olmayan ve “Muhkemat” denilen düsturları ise, hiç bir cihette kabil-i tebdil değildir ve medar-ı içtihad olamaz. Onları tebdil eden, başını dinden çıkarıyor; يَمْرُقُونَ مِنَ الدِّينِ كَمَا يَمْرُقُ السَّهْمُ مِنَ الْقَوْسِkaidesine dâhil oluyor. Mektubat  435 p3


***


 


3. SUAL:Teokrasi nedir? Hilafet ve teokrasi arasında fark var mıdır? Üstad Hazretlerinin teokrasi ve hilafet hakkındaki görüşleri nelerdir?


ELCEVAP: Teokrasi Din hükümlerine göre idare edilen ve dinî esaslara bağlı olan idare şeklidir. Avrupa da ki kullanım tarzıyla “Allah nâmına papazlar idaresi” mânasına gelir.


Hilafet ise din ve dünya işlerinde umumi reislik manasını ifade eder. Hilafet vazifesini alan zâta da, şer’î hükümlerin icrasında Peygamberimiz (A.S.M.)’ halef olduğu için Halife denir. Buna İmamet-i Kübra da denir. Halife şer’î hükümlerle idare ve hareket etmekle mukayyettir. Bizzat kendi arzusuna göre hareket edemez ve şeriata muhalif bulunamaz. Bu itibarla da halife, hukuk nizamı ile kayıtlıdır ve seçimle başa geldiği için bir “İslâm Cumhuriyetinin Reisi” olmuştur. İslâm diyaneti ve siyasetinde Hâkim, ancak Cenab-ı Hak’tır. Hilafet makamı İlâhî ahkâmı tatbik ve halkı iyi idare ile muvazzaftır.


Hilafet ve teokrasinin ifade ettiği manada çok ehemmiyetli bir fark vardır.


Şöyle ki: Hristiyanlıkta velediyet akidesi ekseriyetçe kabul edildiğinden papaz, Allah’ın mutlak vekili ve İlâhî kudsiyete sahip addedilmiştir. Buna göre papaz; murakabe edilmez ve kimseye karşı da mes’ul değildir. İslâmiyet’te ise: İdareci, şer’i kanunlara karşı mes’ul olduğu gibi; halkın idareciye itaat etmesi de, idarecinin Allah’ın kanunlarına bağlılığı nisbetindedir.


Bediüzzaman Hazretleri İslamiyet ve Hristiyanlık dinlerinin yönetim şekillerinde ki farkın bu dinlerin esaslarından kaynaklandığını belirttiği bir mektubunda şunları söylemektedir;


İslâmiyet’in Hristiyanlık ve sair dinlere cihet-i farkının sırr-ı hikmeti şudur ki:


İslâmiyet’in esası, mahz-ı tevhiddir; vesait ve esbaba tesir-i hakikî vermiyor, icad ve makam cihetiyle kıymet vermiyor. Hristiyanlık ise “velediyet” fikrini kabul ettiği için, vesait ve esbaba bir kıymet verir, enaniyeti kırmaz. Âdeta rububiyet-i İlahiyenin bir cilvesini azizlerine, büyüklerine verir. Mektubat 325 p8


 


Hilafet ve teokrasi arasındaki bu farktan yola çıkarak hiçbir İslam ülkesinin teokrasi ile yönetilmesi mümkün değildir denilebilir.


Üstad Hazretlerinin Hilafet hakkındaki görüşleri ise şöyledir;


O zât (A.S.M.),öyle bir şeriat ve bir İslâmiyet ve bir ubudiyet ve bir dua ve bir davet ve bir îmân ile meydana çıkmış ki; onların ne misli var ve ne de olur. Ve onlardan daha mükemmel, ne bulunmuş ve ne de bulunur. Çünki ümmî bir zâtta (A.S.M.) zuhur eden o şeriat, ondört asrı ve nev’-i beşerin humsunu, âdilâne ve hakkaniyet üzere ve müdakkikane hadsiz kanunlariyle idare etmesi emsâl kabul etmez. Tarihçe-i Hayat 357 p3


 


İşte, böyle emsalsiz bir şeriat ve misilsiz bir İslâmiyet ve hârika bir ubudiyet ve fevkalâde bir dua ve cihan-pesendane bir dâvet ve mu’cizane bir îmân sahibinde, elbette hiçbir cihetle yalan olamaz ve aldatmaz… Tarihçe-i Hayat 358 p5


 


Şeriatın bir hakikatına, bin ruhum olsa feda etmeye hazırım. Zira şeriat, sebeb-i saadet ve adalet-i mahz ve fazilettir. Tarihçe-i Hayat 60 p4


 


Meşrutiyet ki, adalet ve meşveret ve kanunda inhisar-ı kuvvetten ibarettir. On üç asır evvel Şeriat-ı Garra teessüs ettiğinden, ahkâmda Avrupa’ya dilencilik etmek,Din-i İslâma büyük bir cinayettir ve şimale müteveccihen namaz kılmak gibidir. Tarihçe-i Hayat 59 p2


 


Orada benden sordular ki: Cumhuriyet hakkında fikrin nedir? Ben de dedim: Yaşlı mahkeme reisinden başka daha siz dünyaya gelmeden, ben dindar bir cumhuriyetçi olduğumu elinizdeki tarihçe-i hayatım isbat eder. Hülâsası şudur ki: O zaman şimdiki gibi, hâlî bir türbe kubbesinde inzivada idim, bana çorba geliyordu. Ben de tanelerini karıncalara veriyordum, ekmeğimi onun suyu ile yerdim. Benden sordular, ben dedim: Bu karınca ve arı milletleri cumhuriyetçidirler. Cumhuriyetperverliklerine hürmeten taneleri karıncalara veriyorum. Sonra dediler: Sen selef-i sâlihîne muhalefet ediyorsun? Cevaben diyordum: Hulefa-i Raşidîn hem halife hem reis-i cumhur idiler. Sıddık-ı Ekber (R.A.) Aşere-i Mübeşşere’ye ve Sahabe-i Kiram’a elbette reis-i cumhur hükmünde idi. Fakat manasız isim ve resim değil, belki hakikat-ı adaleti ve hürriyet-i şer’iyeyi taşıyan mana-yı dindar cumhuriyetin reisleri idiler. Şualar 363 p4


İstibdat, zulüm ve tahakkümdür. Meşrutiyet, adalet ve şeriattır. Padişah, Peygamberimizin emrine itaat etse ve yoluna gitse halifedir. Biz de ona itaat edeceğiz. Yoksa; Peygambere tâbi olmayıp zulüm edenler, padişah da olsalar, haydutturlar. Tarihçe-i Hayat 64 p3


 


İfadelerinden de anlaşılacağı üzere her şart ve zeminde Şeriati tahsin eden, “bir hakikatına, bin ruhum olsa feda etmeye hazırım”(Tarihçe-i Hayat 60 p5) deyip ölümü pahasına da olsa şeriat-i Muhammediye’nin (A.S.M) sebeb-i saadet ve adalet-i mahz olduğunu belirten Bediüzzaman Hazretleri şeriat-ı Garra’yı bırakıp avrupa’yı taklid etmenin de din-i İslam’a büyük bir hiyanet olduğunu ifade eder.


Son olarak şunu söyleyebiliriz ki; “Hulefa-i Raşidîn hem halife hem reis-i cumhur idiler. Sıddık-ı Ekber (R.A.) Aşere-i Mübeşşere’ye ve Sahabe-i Kiram’a elbette reis-i cumhur hükmünde idi.” (Şualar 363 p4) Cümlesiyle Bediüzzaman Hazretleri İslam devletlerinin idare modelini çizmiştir. Ve bu model hiçbir şekilde İslamiyet’in esasına uygun olmayan teokrasi ile bağdaşmamaktadır.


 


***


 


4. SUAL:Üstadın milliyetçilik hakkındaki görüşleri nelerdir? Bazı çevreler Üstad’ın Türk milliyetçiliği yaptığını iddia ediliyor bu doğru mudur?


ELCEVAP:Bediüzzaman Hazretlerinin Milliyetçilikle ilgili fikrini öğrenebilmek içinBEDİÜZZAMAN VE KÜRT MESELESİ” adlı çalışmaya bakılabilir. Bu çalışma da Bediüzzaman Hazretlerinin Bütün bir hayatı boyunca uhuvvet-i İslamiyeyi benimseyip bütün gayretiyle de ittihad-ı İslam’a çalıştığı açıkça görülür.


Burada özetle şunları söyleyebiliriz ki Bediüzzaman Hazretleri Milliyetçiliği müsbet ve menfi milliyetçilik diye ikiye ayırmış. Menfi milliyetçiliğe avrupanın içimize attığı bir illet, bir zehr-i katil nazarıyla bakmıştır. Müsbet milliyetçiliğin ise hayat-ı içtimaiyenin ihtiyac-ı dâhilîsinden ileri geldiğini ve bu tarz milliyetçiliğinde İslamiyet’e hadim olması gerektiğini ve asla yerine geçmemesi gerektiğini belirtmiştir. Mes’elemizle alakalı olarak Mektubat isimli kitabından birkaç parçayı arz edelim;


Fikr-i milliyet, şu asırda çok ileri gitmiş.Hususan dessas Avrupa zalimleri, bunu İslâmlar içinde menfî bir surette uyandırıyorlar; tâ ki, parçalayıp onları yutsunlar.


Hem fikr-i milliyette bir zevk-i nefsanî var; gafletkârane bir lezzet var; şeametli bir kuvvet var. Onun için şu zamanda hayat-ı içtimaiye ile meşgul olanlara, “Fikr-i milliyeti bırakınız!” denilmez. Fakat fikr-i milliyet iki kısımdır. Bir kısmı menfîdir, şeametlidir, zararlıdır; başkasını yutmakla beslenir, diğerlerine adavetle devam eder, müteyakkız davranır. Şu ise, muhasamet ve keşmekeşe sebebdir. Onun içindir ki, hadîs-i şerifte ferman etmiş:


اْلاِسْلاَمِيَّةُ جَبَّتِ الْعَصَبِيَّةَ الْجَاهِلِيَّةَVe Kur’an da ferman etmiş:


اِذْ جَعَلَ الَّذِينَ كَفَرُوا فِى قُلُوبِهِمُ الْحَمِيَّةَ حَمِيَّةَ الْجَاهِلِيَّةِ فَاَنْزَلَ اللَّهُ سَكِينَتَهُ عَلَى رَسُولِهِ وَعَلَى الْمُوءْمِنِينَ وَاَلْزَمَهُمْ كَلِمَةَ التَّقْوَى وَكَانُوا اَحَقَّ بِهَا وَاَهْلَهَا وَكَانَ اللَّهُ بِكُلِّ شَيْءٍ عَلِيمًا


İşte şu hadîs-i şerif ve şu âyet-i kerime; kat’î bir surette menfî bir milliyeti ve fikr-i unsuriyeti kabul etmiyorlar. Çünki müsbet ve mukaddes İslâmiyet milliyeti, ona ihtiyaç bırakmıyor.


Evet acaba hangi unsur var ki, üçyüz elli milyon vardır? Ve o İslâmiyet yerine o unsuriyet fikri, fikir sahibine o kadar kardeşleri, hem ebedî kardeşleri kazandırsın? Evet menfî milliyetin, tarihçe pek çok zararları görülmüş.Mektubat 322 p3


Müsbet milliyet, hayat-ı içtimaiyenin ihtiyac-ı dâhilîsinden ileri geliyor; teavüne, tesanüde sebebdir; menfaatli bir kuvvet temin eder; uhuvvet-i İslâmiyeyi daha ziyade teyid edecek bir vasıta olur.


Şu müsbet fikr-i milliyet İslâmiyet’e hâdim olmalı,kal’a olmalı, zırhı olmalı..yerine geçmemeli. Çünki İslâmiyet’in verdiği uhuvvet içinde bin uhuvvet var; âlem-i bekada ve âlem-i berzahta o uhuvvet bâki kalıyor. Onun için uhuvvet-i milliye ne kadar da kavî olsa, onun bir perdesi hükmüne geçebilir. Yoksa onu onun yerine ikame etmek; aynı kal’anın taşlarını, kal’anın içindeki elmas hazinesinin yerine koyup, o elmasları dışarı atmak nev’inden ahmakane bir cinayettir. Mektubat 323 p5


Eski Said ve Yeni Said’in yazdıkları meydanda. Şahid gösteriyorum ki:


Ben اْلاِسْلاَمِيَّةُ جَبَّتِ الْعَصَبِيَّةَ الْجَاهِلِيَّةَferman-ı kat’îsiyle, eski zamandan beri menfî milliyet ve unsuriyet-perverliğe, Avrupa’nın bir nevi firenk illeti olduğundan, bir zehr-i katil nazarıyla bakmışım. Ve Avrupa, o firenk illetini İslâm içine atmış; ta tefrika versin, parçalasın, yutmasına hazır olsun diye düşünür.Mektubat 63 p4


Ben Felillahilhamd müslümanım. Her zamanda, kudsî milletimin üçyüz elli milyon efradı vardır. Böyle ebedî bir uhuvveti tesis eden ve dualarıyla bana yardım eden ve içinde Kürdlerin ekseriyet-i mutlakası bulunan üçyüz elli milyon kardeşi, unsuriyet ve menfî milliyet fikrine feda etmek ve o mübarek hadsiz kardeşlere bedel, Kürd namını taşıyan ve Kürd unsurundan addedilen mahdud birkaç dinsiz veya mezhebsiz bir mesleğe girenleri kazanmaktan yüzbin defa istiaze ediyorum!.. Mektubat 419 pson


Şam’da irad ettiği hutbesindeBu zamanın en büyük farz vazifesi, ittihad-ı İslâmdır.” (Hutbe-i Şamiye 90 p son) diyen Bediüzzaman Hazretleri İttihad-ı İslam’ı oluşturacak üç unsuru şöyle nazara vermektedir;


“Şu eserlerden herbirisi Kürd olduğu gibi; aynı halde Türk, aynı vakitte Arabdır. Güya herbir eser Arab abâsını iktisa’ ve Türk pantolonu giymiş kü­lâhlı bir Kürddür…” Asar-ı Bediiyye 289 p2


“Ben Kürdçe düşünürüm, Türkçe ve Arabça yazıyorum.” Asar-ı Bediiyye 290 p son


Bediüzzaman Hazretleri mezkûr üç unsura da geçmişte İslam’a yapmış oldukları hizmetlerinden ötürü bazı iltifatlarda bulunur ve bu üç unsuru tekrar Din-i İslam’a hizmet etmeye davet ve teşvik eder. Bu iltifatlardan bir kaçı şöyledir;


Yeis; ümmetlerin, milletlerin “seretan” denilen en dehşetli bir hastalığıdır. Ve kemalâta mani veاَنَا عِنْدَ حُسْنِ ظَنِّ عَبْدِى بِىhakikatına muhaliftir; korkak, aşağı ve âcizlerin şe’nidir, bahaneleridir. Şehamet-i İslâmiyenin şe’ni değildir. Hususan Arab gibi nev’-i beşerde medar-ı iftihar yüksek seciyelerle mümtaz bir kavmin şe’ni olamaz. Âlem-i İslâm milletleri Arab’ın metanetinden ders almışlar. İnşâallah yine Arablar ye’si bırakıp İslâmiyet’in kahraman ordusu olan Türklerle hakikî bir tesanüd ve ittifak ile el ele verip Kur’an’ın bayrağını dünyanın her tarafında ilân edeceklerdir. Hutbe-i Şamiye 44 p son


Bu sene Mekke-i Mükerreme’de gayet büyük bir âlim hem Hind lisanına, hem Arab lisanına Nur’un büyük mecmualarını tercüme edip Hindistan’a ve Arabistan’a göndererek en kuvvetli nokta-i istinadımız olan vahdet ve uhuvvet-i İslâmiyeyi temine çalıştığı gibi, Türk milletinin daima dinde ve imanda ileri olduğunu Nur Risaleleri ile gösteriyor, demişler. Şualar 377 p2


Türkler ve Kürdler şecaat fenninde allâme olduklarından ben sâil, onlar mücîb olabilirler.  Münazarat 58 p3


Bu ve benzeri ifadeler gerek Eski Said döneminde ki eserlerinde gerekse de yeni Said döneminde yazılan Risale-i Nur’larda görülebilir. Arz ettiğimiz vecihle Bediüzzaman Hazretlerinin Bu iltifatlardaki hikmeti o unsurları ittihad-ı İslam’a teşviktir. Yoksa cımbızla bazı kelimeleri seçip bütün ömrünü ümmetin imanını kurtarmak yolunda feda eden Bediüzzaman Hazretleri Hakkında –haşa- “Milliyetçilik yapıyor” diye iddiada bulunmak çirkin bir iftiradır şeni’ bir gadirdir.


***


5. SUAL: Bazı çevrelerce Üstad hazretlerinin teşkilat-ı mahsusa da vazife aldığı Balkan Harplerin de milis kuvvetleri kumandanı olarak İstanbul’a geldiği iddia edilmektedir. Bu iddiaların aslı var mıdır?


ELCEVAP: Mürşid-i ümmet olan Bediüzzaman Hazretleri gibi bir nadire-i cihanın hayatı ve eserleri meydandadır. Onun için meselemizi Risale-i Nur’dan  nakillerle izaha çalışacağız.


Bediüzzaman Hazretleri’nin Başbakanlığa, Adliye Bakanlığına, Dâhiliye Bakanlığına” başlıklı mektubunda ve zamanın Milli Eğitim Bakanı Tevfik İleri’ye ve Bakanlar Kurulu’na yolladığı mektubunda  hayatının şimdi mevzu’ ettiğimiz döneminin safhalarını tek‑tek kaydetmektedir. Şöyle ki;


…İttihadçılar zamanında Sultan Reşad’ın Rumeli’ye seyahatı münasebetiyle Kosova’ya gittim. O vakit Kosova’da büyük bir İslâmî dârülfünun tesisine teşebbüs edilmişti. Ben orada hem İttihadçılara, hem Sultan Reşad’a dedim ki:


Şark böyle bir dârülfünuna daha ziyade muhtaç ve âlem-i İslâmın merkezi hükmündedir. O vakit bana va’d ettiler. Sonra Balkan harbi çıktı, o medrese yeri istila edildi. Ben de dedim ki: Öyle ise o yirmi bin altun lirayı Şark dârülfünununa veriniz. Kabul ettiler.


Ben de Van’a gittim. Ve bin lira ile Van gölü kenarında Artemit’te temelini attıktan sonra harb-i umumî çıktı. Tekrar geri kaldı.


Esaretten kurtulduktan sonra İstanbul’a geldim. Hareket-i Milliyeye hizmetimden dolayı Ankara’ya çağırdılar. Ben de gittim. Sonra dedim: Bütün hayatımda bu dârülfünunu takib ediyorum. Sultan Reşad ve İttihadçılar yirmibin altun lirayı verdiler. Siz de o kadar ilâve ediniz. Onlar yüz ellibin banknot vermeye karar verdiler. Ben dedim: Bunu meb’uslar imza etmelidirler.Emirdağ Lahikası II 183 p2


Hürriyet ilânını, Birinci Harb-i Umumîyi, mütareke zamanlarını, Millî Hükûmetin ilk teşekkülünü ve Cumhuriyet zamanını birden derkeden bütün hükûmet ricali, beni pek iyi tanırlar. Bununla beraber, müsaadenizle hayatıma bir sinema şeridi gibi sizinle beraber göz gezdirelim.


Bitlis vilayetine tâbi Nurs köyünde doğan ben; talebe hayatımda rastgelen âlimlerle mücadele ederek, ilmî münakaşalarla karşıma çıkanları inayet-i İlahiye ile mağlub ede ede İstanbul’a kadar geldim. İstanbul’da bu âfetli şöhret içinde mücadele ederek nihayet rakiblerimin ifsadatıyla merhum Sultan Abdülhamid’in emriyle tımarhaneye kadar sürüklendim. Hürriyet ilânıyla ve “31 Mart Vak’ası”ndaki hizmetlerimle “İttihad ve Terakki” hükûmetinin nazar-ı dikkatini celbettim. Câmi-ül Ezher gibi “Medreset-üz Zehra” namında bir İslâm üniversitesinin Van’da açılması teklifi ile karşılaştım. Hattâ temelini attım. Birinci harbin patlamasıyla talebelerimi başıma toplayarak gönüllü alay kumandanı olarak harbe iştirak ettim.Kafkas cephesinde, Bitlis’te esir düştüm. Esaretten kurtularak İstanbul’a geldim. “Dâr-ül Hikmet-il İslâmiye”ye a’za oldum. Mütareke zamanında, istila kuvvetlerine karşı bütün mevcudiyetimle İstanbul’da çalıştım. Millî hükûmetin galibiyeti üzerine, yaptığım hizmetler Ankara hükûmetince takdir edilerek Van’da üniversite açmak teklifi tekrarlandı. Şualar  495 p son


Mezkur mektuplarda görüldüğü üzere Bediüzzaman hazretlerinin bahsini ettiğimiz hayat safhasında hiçbir şekilde Balkan Harplerin de milis kuvvetleri kumandanı olarak İstanbul’a geldiği görülmemektedir. Zira Bediüzzaman Hazretleri Doğu vilâyetlerinden getirdiği veya getirilen milis kuvvetlerinin başına kumandan olarak geçsin, büyük başarılar kazansın, lâkin bu büyük hadiseyi, bu muazzam vak’ayı hiç kimse duymasın. Gizli ve meçhul kalması mümkün değildir.


Bununla beraber Teşkilat-ı Mahsusa da görev alması ise yukarıda arz edildiği gibi Üstad Hazretlerinin başından geçen hadiseler ve yapmış olduğu hizmetler – hususan vatan ve milleti alakadar ediyorsa- bir vesileyle yazmış olduğu risale ve mektuplarında kayıt altına alınmıştır. Meydanda olan bu risale ve mektuplarda hiçbir şekilde teşkilat-ı mahsusada görev alması gibi bir ifade bulunmamaktadır. لاَ عِبْرَةَ لِْلاِحْتِمَالِ الْغَيْرِ النَّاشِىءِ عَنْ دَلِيلٍyani: “Bir delilden neş’et etmeyen bir ihtimalin hiç ehemmiyeti yoktur.”(Sözler 278 p2) kaide-i meşhuresine ittibaen bu gibi iddiaların hiçbir ehemmiyeti yoktur diyerek meselemizi noktalıyoruz.


***


 


6. Sual:Son yıllarda Avrupa tarzı hayatı benimseyen insanlar tarafından çokça medar-ı bahs edilen kadın hakları ve hürriyeti ile ilgili ileri sürülen iddialar hakkında Bediüzzaman Hazretlerinin görüşleri nelerdir?


Elcevap: Meselemizin daha iyi anlaşılabilmesi için evvela Bediüzzaman Hazretlerinin hürriyeti nasıl tarif ettiğine bakalım.


…hürriyet budur ki: Kanun-u adalet ve te’dibden başka, hiç kimse kimseye tahakküm etmesin. Herkesin hukuku mahfuz kalsın, herkes harekât-ı meşruasında şahane serbest olsun.


لاَ يَجْعَلْ بَعْضُكُمْ بَعْضًا اَرْبَابًا مِنْ دُونِ اللَّهِnehyinin sırrına mazhar olsun. Münazarat 21 p1


Hürriyeti, kimsenin hukukuna tecavüz etmeden, kanun-u adaletle meşru dairede, kişinin hareketlerinde serbest olması diye tarif eden Bediüzzaman Hazretleri Aşairleri  dolaşırken  onlarınHürriyeti bize çok fena tefsir etmişler. Hattâ âdeta hürriyette insan her ne sefahet ve rezalet işlerse, başkasına zarar vermemek şartıyla birşey denilmez diye bize anlatmışlar. Acaba böyle midir?” sualine karşılık bakın şu cevabı vermiştir.


 


Cevab: Öyleler hürriyeti değil, belki sefahet ve rezaletlerini ilân ediyorlar ve çocuk bahanesi gibi hezeyan ediyorlar. Zira nazenin hürriyet, âdâb-ı şeriatla müteeddibe ve mütezeyyine olmak lâzımdır. Yoksa sefahet ve rezaletteki hürriyet, hürriyet değildir. Belki hayvanlıktır, şeytanın istibdadıdır, nefs-i emmareye esir olmaktır.


Hürriyet-i umumî, efradın zerrat-ı hürriyatının muhassalıdır. Hürriyetin şe’ni odur ki: Ne nefsine, ne gayriye zararı dokunmasın. Münazarat 19 p3


 


Aynı meseleyle alakalı başka bir yerde ise;


 


Ey ebna-yı vatan! Hürriyeti sû’-i tefsir etmeyiniz, tâ elimizden kaçmasın. Ve müteaffin olan eski esareti başka kabda bize içirmekle bizi boğmasın. Zira hürriyet, müraat-ı ahkâm ve âdâb-ı şeriat ve ahlâk-ı hasene ile tahakkuk ve neşvünema bulur.… Yoksa hürriyeti sefahet ve lezaiz-i nâmeşrua ve israfat ve tecavüzat ve heva-i nefse ittiba’da serbestiyet ile tefsir ü amel etmek; bir padişahın esaretinden çıkmakla ve alçakların istibdadı ve esaret-i rezilesinin altına girmekle beraber milletin çocukluk istidadını ve sefih olduğunu gösterdiğinden, paralanmış olan eski esarete lâyık ve hürriyete adem-i liyakatını gösterir. Divan-ı Harb-i Örfi 69 p son


Kadınların hem dünya hem de ahiret saadetlerinin daire-i İslamiye dahilinde olduğunu belirten Bediüzzaman Hazretleri şöyle buyuruyor;


 


Kadınların saadet-i uhreviyesi gibi, saadet-i dünyeviyeleri de ve fıtratlarındaki ulvî seciyeleri de bozulmaktan kurtulmanın çare-i yegânesi, daire-i İslâmiyedeki terbiye-i diniyeden başka yoktur!.. Rusya’da o bîçare taifenin ne hale girdiğini işitiyorsunuz. Lem’alar 201 p son


 


Mes’elemiz olan “hürriyet-i nisvan” fikrinin dine muarız olan komitelerden geldiğini belirten Bediüzzaman Hazretleri Bu komitenin varlığından şöyle bahsediyor;


 


Nasıl, İslâmiyetin hayat-ı içtimaiyesine ve dolayısıyla din-i İslâma zarar vermek için gençleri yoldan çıkarmak ve gençlik hevesatıyla sefahete sevketmek için bir iki komite çalışıyormuş. Aynen öyle de; bîçare nisa taifesinin gafil kısmını dahi yanlış yollara sevk etmek için bir iki komitenin tesirli bir surette perde altında çalıştığını hissettim. Ve bildim ki: Bu millet-i İslâma bir dehşetli darbe, o cihetten geliyor. Lem’alar 201 p son


 


Kadınlar taifesinin fitneden kurtulması için fısk u sefahetten uzak durup daire-i terbiye-i İslamiye içinde mes’ud bir aile hayatına girmelerini söyleyen Bediüzzaman Hazretlerinin nasihatleri aynen şöyledir;


 


…mübarek taife-i nisaiye, fıtraten yüksek ahlâka menşe’ olduğu gibi, fısk u sefahette dünya zevki için kabiliyetleri yok hükmündedir. Demek onlar daire-i terbiye-i İslâmiye içinde mes’ud bir aile hayatını geçirmeğe mahsus bir nevi mübarek mahlukturlar. Bu mübarekleri ifsad eden komiteler kahrolsunlar!.. Allah bu hemşirelerimi de bu serserilerin şerlerinden muhafaza eylesin, âmîn. Lem’alar 203 p1


 


Bulunduğumuz asrın ahirzaman olduğunu belirten Bediüzzaman Hazretleri bu asırdaki en büyük fitneninde kadınların yüzsün yüzünden çıktığını şöyle ifade eder;


 


Fitne-i âhirzamanın mahiyeti bana göründü ki; o fitnenin en dehşetlisi ve cazibedarı, kadınların yüzsüz yüzünden çıkıyor. İhtiyarı selbedip, pervane gibi sefahet ateşine atıyor. Ve bir dakika hayat-ı dünyeviyeyi, senelerle hayat-ı bâkiyeye tercih ettiriyor. Gençlik Rehberi 18 p son


 


Bu fitnelerden kurtulak için gerekli içtimai ve şahsi reçeteleri belirten Bediüzzaman Hazretleri şöyle buyurur;


 


Kadınlar Yuvalarından Çıkıp Beşeri Yoldan Çıkarmış, Yuvalarına Dönmeli


 


اِذَا تَاَنَّثَ الرِّجَالُ السُّفَهَاءُ بِالْهَوَسَاتِ اِذًا تَرَجَّلَ النِّسَاءُ النَّاشِزَاتُ بِالْوَقَاحَاتِ


 


Mimsiz medeniyet, taife-i nisayı yuvalardan uçurmuş, hürmetleri de kırmış, mebzul metaı yapmış. Şer’-i İslâm onları


 


Rahmeten davet eder eski yuvalarına. Hürmetleri orada, rahatları evlerde, hayat-ı ailede. Temizlik zînetleri.


 


Haşmetleri, hüsn-ü hulk; lütf-u cemali, ismet; hüsn-ü kemali, şefkat; eğlencesi, evlâdı. Bunca esbab-ı ifsad, demir-sebat kararı


 


Lâzımdır tâ dayansın. Bir meclis-i ihvanda güzel karı girdikçe riya ile rekabet, hased ile hodgâmlık debretir damarları!


 


Yatmış olan hevesat, birdenbire uyanır. Taife-i nisada serbestî inkişafı, sebeb olmuş beşerde ahlâk-ı seyyienin birdenbire inkişafı. Şu medenî beşerin hırçınlaşmış ruhunda, şu suretler denilen küçük cenazelerin, mütebessim meyyitlerin rolleri pek azîmdir; hem müdhiştir tesiri.(**) Memnu’ heykel, suretler: Ya zulm-ü mütehaccir, ya mütecessid riya, ya müncemid hevestir. Ya tılsımdır: Celbeder o habis ervahları. Sözler 727 p1


ص


 



 



 



Bediüzzaman Gibi Bir İslam Güneşi Üflemekle Sönmez

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder